İnsan, bazen duygularını kıyaslama ihtiyacı duyuyor Hilmi abi. Eksik ve fazlalıklarının, büyüklüğünü görmek için. Yahut, zincirleme hüzün tamlaması olmayalım diye kontrol ediyor kendini. Mesela ben, tutup Didem Madak okuyorum en yoğun zamanlarımda. Hüzünden solmuş yanlarıma simli boyalar sürüp. Didem’le kıyaslamaya çalışıyorum duygularımı. O da en çok acılarından tutunuyor dünyaya, hüzünlerinden...
Her insanın bir acısı birde acıtanı vardır. Benimde var. Didem’inde var. Hilmi abi senin de var... Öyle değil mi?
İstedim ki, dünyanın her yerinde sevilen çocuklar gibi sevilsin bu can’ım. İstedim ki, Ahmet Erhan’ın bıyıkları gibi bıyıklarım olsun. Dağılsın her bir teli yurdumun jeopolitik önemi yüksek noktalarına. Olmadı. Sınırda açılan bir delik gibi bozuldu her şey.
Ah Tanrım! Çok sıktım dişimi. Kişi başına düşen milli sabırla buraya kadar dayandım ancak. Ki sen bilmezsin, evde tek başına kalmış bir çocuğun sabrıyla nasıl baş ettiğini. Etime saplanan bir karanlıktı her şey...
Çay içiyoruz üşüdükçe anıların bir yanı. Tutup siyanür katsak içine, insan acıdan ölmüyorsa siyanür ne ki yanında, hele soğuksa, hele yalnızsak, hüzne teşvik primi gibi şu ince belli bardaklar Hilmi abi.
Hilmi abi çay içerken konuşmaz. Sanki onun bildiği, bizim henüz bilmediğimiz bir çay içme kuralı var gibi. Uzaklara bakar, uzun uzun yudumlar çeker bardağından. Gel çay iç Hilmi abi dediğinde; “yok yeğenim, sağ ol” der ama oturur. Bizde onun gibi dalar gideriz. Bir bakarsın Hilmi abi 4. 5. bardağını dolduruyor. Hilmi abi bir internet gazisi. Bizim için zahmet edip tam teşekküllü cümleler kurmaz. “İnternet çıktı ortalık bozuldu” der. Biz ne demek istediğini anlarız. Yaşıtları çok çay içtiği için Demlik Hilmi diyor ona. Aldırmıyor ama bozuluyor besbelli. İnsanın derdi çok olmasa bu kadar çok çay içer mi?
Arada bir de çocuklarından bahseder Hilmi abi. “Akşama kadar internetteler, eskiden biz babamızla sohbet ederdik, akşam olunca yolunu gözlerdik. Şimdi benimkiler benim eve kaçta geldiğimi bile bilmiyor.” Hilmi abi, konuşma gereği duyduğunda her şeyi kısadan özetliyor.
Hilmi abi sen bilirsin, çay içmekle ne kadar sıcak tutulur anılar?
Şu dünya yok mu, şu toz duman. İnsan gibi yaşamak istiyorum dedikçe, sanki ayıp bir şey teklif ediyormuşuz gibi “burada olmaz” deyip durdu Hilmi abi. Dört tarafımız çevrili bir odadayız. Yani kimse görmez, görmüyor bizi. Zaten bütün meselede bu.
Şurada üç beş laf etmeye geldik Hilmi abi. Onu da ağzımıza tıkadı hayat.
Sözcüklerin ikiye ayrıldığını öğrendim bugün Hilmi abi. İyi giyimliler ve kötü giyimliler. İyi giyimliler bizi kandırmak için kullanılır, kötü giyimliler ise yüzünüze vurmak için. Kendi kendimize mutlu olalım ama iyi giyimli kötü sözcüklere teslim olmayalım Hilmi abi.
Ah ki yeni bir dünya kurabilseydik, kendi kendimize yetebilen. Bu mutsuz, bu herşeyden umudunu kesmiş insanlara; Kanun Hükmünde Kararname çıkarıp, günde en az 10 güzel cümle kurdurtacaktım. Severek ya da zor kullanarak yaptıracaktım Hilmi abi. Nerede bu dünyanın “Stratejik Derinliği” deyip karşı çıktılar. Üzüldüm be Hilmi abi. İnsan, üzülmekten başka bir şey yapamıyor şu dünyada.
Gel çay içelim Hilmi abi. Memleket meselelerinde yeni değişmeler var. Çaylar benden bardaklar senden...
Eskiden çay şu kadardı, şeker şu kadardı, şu kadar parayla şu kadar alışveriş yapılırdı demek yerine size bir mutsuzluk hikayesi yazdım ve soruyorum size;bize çok görülen dünya kime kalacak? Çocukların yiyemediği şekerleri, giyemediği ayakkabıları, içemediği çayları, ısınamadığı sobaları fabrikalar kimin için üretecek.
Alım gücü diyorsunuz ya, alım gücüm mutsuz ediyor artık beni. Mutluluğumuzun katili kim?
Ve son bir söz; “evime ekmek götüremiyorum!” lafı; eğer evime ekmek götüremiyorum lafından sadece kuru ekmeği anlıyorsak, bu “götüremiyorum” lafı bence de abartı. Kuru ekmek neyimize yetmiyor ki!